Blog, Deneme

BURAK SEDAR ÜLKER / ÖFKEDEN İRONİYE KÜFÜR

İhtiyaçlarımızı bir kâğıda maddeleyerek yazmaya başlasak, bir süre sonra absürt birçok şeye de yer vermeye başlarız. Çoğu maddeyi sizden başkası bilsin istemezsiniz ama bazılarını da başkalarına söylemeden karşılayamazsınız. Başkalarıyla paylaşmadan karşılayamayacağımız ihtiyaçlarımızın başında ‘küfür’ gelir. Toplumda çoğu zaman hoş karşılanmasa da bu durum tüm insanlığın en bilindik ritüeli haline gelmesine engel olamamıştır. Hatta neandertallerin bile çıkardıkları birçok sesin küfür potansiyeli taşıdıklarına eminim.

Önce küfrün var edildiğini ardından Habil ve Kabil olayının yaşandığına hemfikirsek -şayet Lucifer literatüre yeni kelimeler eklerken Habil’le Kabil dünya da bile değildi- biraz gerçek tarihi ele alarak küfrün kökenine inelim.

Bazı şeyleri ifade etmekte zorlanmış ola ki Antik Romalılar ve Eski Yunanlar, Latincenin zengin dağarcığından bugüne uzanan müstehcen bir miras bırakmışlar.

İlk küfürlerin orduların ve devletin büyüklüğü ele alınarak üredikleri biliniyor. Ardından kullanana haz verecek şekilde ırkları hedef alan küçümseyici -küfrün en lanet kategorisi- hakaretler türüyor. Tamamen hedef alınan kişiyi kıran, kızdıran, şahsi değerlerine sözlü ya da sözsüz yapılan eylemler olarak tarif edilebilir. Kişiyi harekete geçirmek, tepki göstermesini sağlamak ya da aksine pasifleştirmek için kullanılmış.

Sigmund Freud’a göre küfreden ilk insan aynı zamanda medeniyetin de kurucusudur. Küfrün, insanın doğasına aykırı olduğunu, olağanın dışında bir eylem olduğunu ifade ettikten sonra doğaya karşı güç elde eden insanların artık birbirleriyle de rekabete girdiklerini anlatmıştır.

İlk olarak ‘Fuck’ kelimesi karşımıza çıkıyor. “Fornication Under Consent of the King” cümlesinin baş harflerinden var olduğu söylense de dilbilimciler bu iddiayı yalanlıyor. Etimologların ortak fikirlerine göre Fuck kelimesi Orta Çağ’da Felemenkçe bir fiilden gelme. “Vurmak, saldırmak” anlamlarında kullanılmaya başlanmış. Müstehcen hale gelmesi 14-16. yüzyılları bulmuş. Dört yüz yıl boyunca kilise tarafından yasaklanmamasının sebebini de o dönemlerdeki şiddetin olağanlığına bağlayabiliriz. Zamanla şiirlerde, tiyatrolarda ve masallarda kullanılması geniş bir coğrafyaya yayılmasını sağlıyor.

17. yüzyılın ortalarında bazı dini grupların mübalağa sanatıyla, yemin törenlerini birleştirmeleri sonucunda “Holy Shit” gibi bileşenler ortaya çıkıyor. Her şeye anlam yüklemeyi seven dindarların boku bile kutsallaştırmalarından, ortaya çıkmış diğer küfürleri tahmin etmek işten bile değil. “Çıplak Gerçek ‘in beddualarda yer alması bu duruma verebileceğimiz örneklerden biri.

19. yüzyılda gündelik hayatın bir ritüeli haline gelmiş, ifade edemedikleri her duygu için literatüre yeni küfürlerin eklenmesi ihtiyaç haline gelmiş olsa da psikoloji ve sosyoloji de yeteri kadar yer edinememiştir. Oysa küfür, aynı zamanda insanın içini dökebilme sanatıdır. Yaşattırdığı rahatlama seansı da aşikâr.

Var edildiği yerin kültürünü taşıması, kullanan kişinin nereli olduğuyla ilgili de ipuçları verir. Bazen bu kültürel kodların benzerlik gösterdiği de görülür. Mesela Norveç’teki en ağır küfürlerden olan ‘kâseye sıçmak’ ile bizim sık kullandığımız ‘babanın şarap çanağına sıçayım’ gibi.

Çatışma, gerilim ve işgallerle dolu 20. yüzyılda artık nokta ve virgül gibi kullanılması, öfkenin nasıl dil yoluyla kontrollü bir şekilde ortama salındığını da gösteriyor. İlk başta dilde veya zihindeki bir kaçak gibi görünse de küfür, zekanın seyrelmiş halinin kelimelere dökülüşü biçiminde ya da nüktedanlığın yansıması diye de algılanabilir.

Bir sabah uyandığınızda küfretme yeteneğimizi kaybettiğimiz bir dünya hayal edin, ne kadar da boktan!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir