Blog, Röportajlar, Söyleşi

ÇAĞLA NALBANTOĞLU İLE SÖYLEŞİ / FEYZA MENTEŞ -Bölüm 2

11.) Deneme türünde yazan yeni yazarlara kitaplarını oluşturmaları sürecinde onlara bir tavsiye vermek ister misiniz?

Aslında kimsenin tavsiyeye ihtiyacı yok, olmamalı da. Herkes, yolunu kendi başına inşa etmeli ki yarın bir gün o gürültülü kalabalık kaybolduğunda kendi ışığı yetsin, yolunu aydınlatmaya. Temel düşüncem bu olsa da elbette dosya oluştururken yapılması ve yapılmaması gerekenleri sıralayabilirim. Bunların bazıları genel geçer kurallar, bazıları tamamen benim tercihim.

Öncelikle, kitap yazmaya başlamadan önce ”Bu kitabı yazmamdaki motivasyon ne?” sorusunu, mümkünse en az birkaç ay kendisine sık sık yöneltmeli. Dosya çalışması yapmaya kendi türünün dışındaki eserleri okuyarak başlamalı, hep deneme okursanız sıkıcı denemeler yazmaktan başka bir şey yapmamış olursunuz çünkü. Ardından ve çokça sözlük okumalı. Kelime çalıştığı bir defterinin olması, yazarı her zaman bir adım öteye taşır. Yazarken en sık kullandığı kelimeleri ayrı bir defter ya da dosyada biriktirip o kelimeleri azami şekilde kullanmaya özen göstermesini tavsiye ederim. Ve en önemlisi geliyor: Dosya çalışması yapmaya başlayacağınız tahmini tarihi kafanızda oluşturun ve artık  okuma yapmayı bırakın. İyi mahsul almak istiyorsanız kendinizi ve zihninizi nadasa bırakmanız şart. Ha bir de denemeyi sevin, onu yazmak isteyin, şiire ya da öyküye geçişinizi kolaylaştıracak bir basamak olarak görmeyin. Gerçekten istediğiniz bir şey değilse de deneme yazmayın.

12.) xvebir’i mahlas olarak kullanıyorsunuz zaman zaman. Bir anlamı ya da açıklaması var mıdır?

Onun aslı, xbirşey’dir. Boşluğa sahip olan her bir şey‘e verdiğim addır, x. bu bazen bir orospu olur  bazen masanın üzerindeki pergel. İkisi arasında hiçbir fark yoktur. İkisi de boşluğa hizmet eder. Kelimelerden x‘i, rakamlardan bir‘i, kelimelerden de en çok şey‘i severim. Ama çok uzun olmasın diye xvebir olarak kullanıyorum. Sahi, siz bugün hangi x‘siniz?

13.) Çağla Nalbantoğlu edebiyata inanır mı?

Çağla Nalbantoğlu, tedaviye inanır. Yazarken aynı zamanda kendimi ve tahammüllerimi tedavi etmiş oluyorum çünkü. Bu bağlamda edebiyata da inanmış oluyorum. Harç karmak beni tedavi etseydi, o zaman da inşaat sektörüne inanırdım.

14.) Kitaplarınızı belli bir disiplinle mi yazarsınız? Yoksa başka formellerle mi program yaparsınız, dinlenmeye ve görmeye ihtiyaç duyar mısınız? Zamana sıkı bir çalışma temposu ekler misiniz?

Kitap yazarken temel disiplinim, hiçbir disipline ait olmamak. Kendi disiplinimi oturtmak için gerideki tüm disiplinleri yıkmak zorundayım. Daha önce de bahsettiğim gibi gerekli okumaları ve teknik çalışmaları yaptıktan sonra zihnimi nadasa bırakırım, kitabın ses’ini bulurum ve kitap yazma sürecim boyunca başka hiçbir ses dinlemem. Tek disiplinim bu.

15.) Bir yazar ve haliyle bir okur olarak bizlere sevdiğiniz üç kitabı ve sevdiğiniz üç yazarı önerebilir misiniz? Hangi yazarları ve hangi tür kitapları okumaktan hoşlanırsınız?

Deneme, felsefe ve seyrek olarak da şiir okuyorum. Size ilk üçüm değişken olmakla birlikte şu an  aklıma gelen bir üç sayabilirim:

E.M. Cioran – Çürümenin Kitabı,  Chuck Palahniuk – Tıkanma,  Emre Ay – Fakat

16.) Çağla Nalbantoğlu kalabalık arasındayken çalışmalarını tamamlayabilir mi? Yazarken en çok neye ihtiyaç duyarsınız? Sessizlik yazmanın bir parçası mıdır?

Yazmak, başlı başına bir bütündür. Sessizliğe de ihtiyaç duyuyorum, gürültüye de. Yazmak, sadece metnin deftere ya da klavyeden monitöre döküldüğü an değildir. Yazmak, çok öncesinden başlar ve zihnin hazır olduğu noktada, parmaklar klavye tuşlarına çarpmaya başlar. O çarpışma anında tüm sesi kesiyorum ama o aşamaya gelene kadar zihnimi büyük bir gürültünün içinde tutuyorum. Zihnime küçük oyunlar oynamayı ve onunla eğlenmeyi seviyorum açıkçası. Fon müziği açıp bir şeyler de yazabilirim fakat konu şu ki ben romantik şeyler yazmıyorum, insanları ağlatmıyorum, güldürmüyorum da. Onları, daha önce hiç düşünmedikleri bir aralıkta hapsedip düşünmelerine sebep oluyorum. Benim zehrim ve sihrim, tam olarak bu.

17.) Hayatta bir hedefiniz var mıdır? Hedeflere göre mi yaşarsınız, yoksa an kendi kendine mi ilerler?

An, sapmayan ve eğrilmeyen bir doğru üzerinde ilerlemez her zaman. Ama daha önce de ifade ettiğim gibi an’da olmak önemli. Ben, an’dayım. Hedeflerimi belirleyen şey, an. Her şeyi ona borçluyum, teşekkürler an!

18.) Yazarlık dışında basılı karalama defterleri ve opus sanat adında yazarları okurlarla buluşturan iyi bir işi kurdunuz. Opus sanat ve karalama defterlerinde düzenli aralıklarla yazılar alıyorsunuz. Opus sanat fikri ve karalama defterleri kafanızda nasıl oluştu?  Neticede isimler kulakların aşina olduğu türde  değil.

2018 yılından beri dijital platformlarda editörlük ve yöneticilik yapıyorum. İlk günden beri tek derdim, insanlara bir alan açmak oldu. Maddi çıkarlar yok, liyakatsizlik yok, sanat var, iş var, iş! Önemsediğim tek şey, iş. İyi iş. Opus Sanat da 9 Eylül 2020 yılında tam olarak bu amaca hizmet etmek için var oldu. Opus’u kurduktan sonra sırt sırta yürüdüğüm birçok dosttan destek gördüm. Buradan hepsine koca bir teşekkür! Her zaman dediğim bir şey var: Opus, hepimizin evi. Burada misafir yok, herkes ev sahibi.

Opus, belli bir aşamaya gelmişti ve artık başka bir şey yapmam gerektiğini hissettim. Ama bu, dijital dergi olmayacaktı. Matbu bir booklet, benim deyimimle defter yapmaya karar verdim. Defterde her zaman en iyi kurulmuş cümleleri bulamazsınız ya da en iyi çizimleri. Ama sık sık bakar, diğer defterlerinizin yanına koyar ve koleksiyonunuza bir yenisini eklersiniz. İşte, karalama defterleri, tam olarak bu amaçla çıkıyor. Biz büyük bir koleksiyon oluşturmak istiyoruz, ki şu ana kadar toplam on adet defter çıkardık. Bunlardan iki tanesi bireysel defter,- biri Umut Yalım’a ait olan Komünist Olmak İsteyen Bir Patates Kızartması ve Adam Fanzinsky Kimdi? ve diğeri ise Cem Onur Seçkin’e ait olan Historein: Geleceğin Yükselişi – bir tanesi müzik üzerine konuştuğumuz: Scuro. Yedi adet de kolektif defterimiz var. Üretmeye devam ediyoruz. Şartlar değişebilir, her şey olabilir. An‘da olmak budur çünkü. Her ne olursa olsun, defterler basılmaya devam edecek, kolektif yürüyecek.

Birkaç bir şey daha eklemek isterim. Opus Sanat, eser sahiplerinden asla bir şey talep etmez. Destek istemez. Burayı biz var ettiysek eser sahiplerine ve okurlara en iyiyi kendi ellerimizle hazırlamalıyız. Anlayışımız bu. Bu sebeple de bastığımız her defterden, önce birer adet ücretsiz olarak eser sahiplerine göndeririz. Basılmış bir ürünün, eser sahibine para ile satılmasını doğru bulmuyoruz.

Elbette ki ekonomik şartlar, her gün, iyice daha berbat bir hal alıyor. Tüm bu işle uğraşan dostlarım               gibi ben de zorlanıyorum zaman zaman. Ama bu mağduriyeti eserden ya da sanatçı dostlarımdan çıkarmaya çalışmayı kendime yediremiyorum. Takındığım tavra ters düşmekten korkarım öncelikle. Hep dediğimiz gibi, tekrarlıyorum yine: Yağmurda şemsiye açmayacağız!

19.) Teknoloji ve internet çağında yaşıyoruz, peki çevrenizde gördüğünüz dijital dergiler hakkında görüşleriniz nelerdir? Dijital ve basılı dergiler arasında farklılıklar nelerdir?

İyi iş yapan birçok dijital dergi var, bir o kadar da kötü iş. Ama ben kötü işleri görmemeye çalışıyor, iyi iş yaptığını düşündüğüm dijital dergi ve oluşumları da tebrik ediyorum. Dijital yayıncılık, karşıdan göründüğü kadar kolay bir iş değil. Bunu sektörün içindeki arkadaşlar, daha iyi anlayacaktır. Zamanınızı bu işe adamalısınız, iyi bir yayıncılık anlayışına ve profiline sahip olmak istiyorsanız.

Farklara gelecek olursak da burada en önemli fark, maliyet. Matbu eserler, masraf kalemi olarak yayıncıyı zorluyor ama her şey bitip de o matbu eseri elinizde tuttuğunuzda, sabaha kadar uykusuz çalıştığınız günleri unutuyorsunuz. Bu, benim için çok büyük bir haz, muhteşem bir heyecan. Dijital yayıncılıkta da yayımladığım her eserden haz alıyorum, zaten haz almadığım herhangi bir eseri yayımlamıyorum. İkisinin hazzı çok başka. İkisinden de müthiş bir haz aldığım için iki koldan da devam ediyorum. Hem matbu hem dijital yayıncılık.

Matbu ve dijital olarak harika işler görmek istiyorum. İşin içinde olduğunuzda bunu görmek, daha  büyük bir keyif veriyor size. Sadece kendi yaptığınız işle sınırlı kalmak istemiyorsunuz. Umarım harika işler görürüz, büyür ve yeşerirler.

20.) Sizce sanat nedir? Sanat ile ticaretin ekonomik sorunlar nedeniyle yan yana taşınmaya çalışılması  hakkında bir kaygınız var mı?

Emin olun bu soruya çok ama çok uzun bir metin yazabilirdim ama kimseyi sıkmak istemiyorum. Benim için sanat, eser sahibinin yani sanatçının, kendini tedavi etme sürecidir. Bu süreç, ölene kadar                            devam eder. O yüzden sanat benim için süreklidir, devam edip bir anda bitmez, durdurulamaz. Kimse tedavisini yarım bırakmak istemez, çünkü bilir ki bırakırsa kelepçelenip bir hastane odasına hapsedilecektir.

Gelelim ikinci sorunuza: Hiçbir kaygım yok. İsteyen otuz liralık kitabı yüz liraya satabilir. Herkes, istediğini yapmakta özgür, sanatta özgürleşmekten yanayım. Sen bunu yaptın, hain, diye yaftalamak hoş değil. Hayatta yüksek anksiyete bozukluğu ile savaşan ve kaygılarını hep yüksek  perdeden yaşayan biriyim, sanatsal üretim hariç.

21.) Gelecekte edebiyata farklı türde eser vermek gibi bir hedefiniz var mı?

Bu soruya şiir diye cevap verip herkesi şok etmek istiyorum ama yapmayacağım. Ben kendimi en çok denemeye ait hissediyorum ve en çok deneme yazarken özgür hissediyorum. Benim için daha iyi bir tedavi yöntemi. O sebeple şu an başka bir türde eser verme planım yok. Ama her şey mümkün.

An‘dayım.

22.) Son olarak, bize üç kelimelik bir cümle kursaydınız?

Değil, bizden başkası.

1 thoughts on “ÇAĞLA NALBANTOĞLU İLE SÖYLEŞİ / FEYZA MENTEŞ -Bölüm 2

  1. Avatar Ömer ÇAKIR dedi ki:

    Yağmurda şemsiye açmayacağız!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir