Hileli bir adım bu, aldığım nefeslerin korkusuz karanlığına atılmış çok uluslu bir devinim. Kimim, neyim, neciyim? Kaybettiğim yolu doğru kılmış bir deli, olmayanı “mış” gibi yapan bir divane. Manzarası kalabalıklar olan; yalnızlığa sığınan, teklikten sıkılan, umursamaz bir gecede görmeye çalışan…
Dur orada! Daha fazla girme düşüncelerinin girdabına, çözmen gereken bir bilmece değil ki bu, yaşaman gereken çıkamadığın kör bir kuyu. Gören yolunu kaybetmişsin der, doğru. Fakat bilmez bilerek kaybettiğimi. Bilmediğim yollar arındırıyor beni günahlarımdan, daha iyilerine meşale oluyorlar. “Arınmak dostum, daha kötülerini yapmak için bir aracıdır” dedi. Yeni günahlara yer açmanın heyecanı kapladı beni.
Yeterince düşününce insan yapmasa da yetiyor ona. Neden bilmiyorum. Gerçekleşmeyeceğini bildiği için yetiniyordur belki de. Tatmin oluyor ama, orası kesin. “Kendi adına konuş” dedi ve sustu sonra, başka bir şey demedi. Ben istemesem diyemezdi gerçi. Bazen çok yüz veriyorum diye düşünmüyor da değilim.
Düşündüğüm, düşlediğim yolların izinde buluyorum kendimi. Bir gezgin gibi değil. Mecburiyetler açıyor kapılarını yol gösteriyorlar, pek düşünmeden giriyorum o yola. Daha iyi olabilme olasılığı cezbediyor beni, bahaneler buluyorum arşınlarıma çok da gerçekçi olmayan.
Mesafeler kat ettim de niye hiçbir şey değişmemiş gibi. Aştığım yolların heyecanı, bir rakı sofrasında çalan Neşet Ertaş türküsü ile kayboldu gitti sanki. Dönüp arkama bakamıyorum. Nelerden geçtim, nelerden vazgeçtim, terk ettim, bitirdim… Bu virgüllerin sonu gelmez anladım. Bildim önemi yoktu kilometrelerin. “Kendini kandırma” dedi. “Bırak” dedim, şimdinin en güzel yeridir sığındığım bahanelerim.