Deneme
-
HEYBET AKDOĞAN – BİREY İNSAN
Beğenilmeyi arzu etmemiz yeni bir şey değil. İç güdülerimizin kontrolden çıkması yeni ve dikkat çekici. Parçası olduğumuz toplumdan sıyrılarak (sivrilerek) bizi tarif eden modern kültürün sebep olduğu bir sonuç bu. Bütün parçalar bir arada anlamlıyken, dağılan parçaların anlamsızlığıyla şekillenmiş yeni bir yapı bozumun biçimiyiz. Yapbozun her parçası kendi başına bir anlam ifade etmiyor oysa. Onu anlamlı kılacak, varlığıyla bütünde eksik olan boşluğu doldurabilmek. Hayat bir kompozisyon ve bizim için anlamlı en önemli amaç, o küçük; fakat hayati boşluğu doldurabilmek. İçini doldurmamız gereken boşluk derinleşirken, modern dünyanın çekim gücüne kapılmışız. Bizler için kurgulanan moda ve trendler, gayretimizi başkalarına beğendirmek için yönlendiriyor. Sadece beni beğensinler ya da her zaman gözler benim üstümde…
-
HEYBET AKDOĞAN – HEGEMONİK KÜLTÜR VE MEDYA
Küreselleşme süreci ciddi boyutta kültürel değişimlere neden oldu. Anglo-amerikan hegemonik kültürel yapının evrensel hâle gelmesi, bu kültüre karşı direnç gösteren yerel kültürel yapıları ortaya çıkardı. Hegemonik kültürde sürece yönelik en önemli rolü ise, yine küresel anlamda değişikliğe uğrayan medya oynuyor. Küresel medyanın yeni yapısının piyasa ilişkileriyle bütünleşmesi, teknolojik alanda medyaya sağlanan imkânlar, kültürel alanın yeniden düzenlenmesine ve hegemonik kültürel sürecin yaygınlaşmasına katkı sağlıyor. Bu sayede medya, zamanı ve mekânı yeniden şekillendirerek kültürel alan dolaylaması yapıyor. Hegemonik kültürel alan çok kültürlü bir ortamda gelişiyor. Hegemomik kültürel yapı, içindeki kültürel farklılıkları ve muhalif yapıları evcilleştirerek ilerliyor. Hegemonik kültür atmosferinde anglo-amerikan yapının; Beyaz Protestan Kültürü’nün özelliklerinin çeşitli ifadelerle gösterildiği ve devamlı üretildiği çalışmalar…
-
ZEYNEP AKKAPTAN – ACININ RENGİNE DOĞRU
Yorgun ve dalgınım, yorgun ve dalgın bir kadının hırçınlığındayım. Buradan bakınca ötekiler hep küçülür. Ufuk çizgisi içime döndükçe büyür, koruma kalkanı gibi benimle ölür. Ben bazen küçük bir kız olup kırmızı kurdeleler takarım. Bana deli diyen insanların iç dünyasını gördüm, hepsi karga leşleri gibi ölü hayallerle yetindi. Oysa hayaller beyaz kadar paktı. Depresyondan geberdiğim satırlarıma, kulpu kırık fincan muamelesi yaptılar, aldırmadım. İçimin kırıklarını bir çuvala doldurup, fırlattım. Devlet savunur gibi savunduğum gerçeklerin aslında yara bandı olduğunu öğrendim. Vuruldukça kırılan kalpten fazlasıydı, insanlar altını çizdiği cümlelerde aradılar, oysa kırılmak da güzeldi. Gökkuşağı gibi çeşitli duygularla aralanmak, dünyanın farklı notalarına basmak. Tıpkı bir cambaz gibi, yağ gibi kayıp gitmek hayattan. İnsanlar acılarına…
-
ZEYNEP AKKAPTAN – MECBURİYETİN GÜNAHA VEKİLİ
Eski bir biblo gibi kilere kaldırılmış hayatlar. Dirilmeyi bekleyen hep bedenden fazlasıydı. Hüzün bir mısradan çoğalttı hepimizi. İnsan şapkasını önüne alıp da düşünmeli, oysa çocuklar ağlarken düşünmek de yetmez. Sırtındaki parkasını kolilerken, gözlerde müebbet yemiş bir hüzün, dişlerde gecenin tortusu var. Bir çığlığın kaç adı oldu, ufak bir aydınlığın adı hayattır. El sallayan elin beş parmağı da bu ufak aydınlıkta birdir. Kolunu yavrusu için feda eden insanlar, vicdanın tanımıdır. İçimizde ölenler, aydınlığı göremeden huzura kavuşanlar oldu. Bu uğurda nefesimizi tuttuk, evi olan çocukları uyuttuk, öyle ağladık. Yağan yağmur da pişmandır yağdığına. Gökyüzünün bulutları artık dumandır. Bir gecede biter her şey, yıkmak bu kadar kolaydır. Paramparça olan, evlerden de öte. Ne…
-
ZEYNEP AKKAPTAN – KURŞUN KADINLARIN RENKLİ GÖZYAŞLARI
Yurdumun bu verimli topraklarının ilk bereketidir kadın. Bir elinde çocuk, bir elinde adamı tutan öncül bereket, tüm dünyanın kahrı ile kavrulur. Çevremizde gözlemlediğimiz birçok tabloda mevcuttu, mutlulukta, acıda, heyecanda, renkleri parıldayan yeni açmış her çiçekte. Yüzümüzü döndüğümüz her aydınlıkta kadının varlığı kendisini belli eder, hayatı ilmik ilmik tanımlardı. Doğduğu dünyayı boyayandı kadın. Beyaz tuvallerin fonu olan erkekler bereketi bulmak, bu dünyaya meyveler sunmak adına, bu yarım hayatı kadın ile tamamlamak istedi. Fakat bu ağır bir kıskançlık olmalı ki, bu hak bilmezlik hırstan bir şiddet doğurdu. Tanrının bahşettiklerini bir çırpıda kıranlar, şeytanla aşık atmaya çabalayanlarla aynı kişilerdir. Kadının renkleri kıskanılarak ellerindeki çiçekler yerlerde kavruldu. Ne de olsa kadının sevgisi o yerlerde…
-
FEYZA MENTEŞ – SÖZ
Kalbimde kan doldu, beni ihbar edin polislere, gelsinler. Benden sıkıntılar patlamadan gelsinler ve şu yüklü torbayı kaldırsınlar üstümden. Kalan son savaşıma göğsümü siper etmeden, bu zahmete girişmeden, gömleğimi içeri atsınlar. Gömleğimle beraber acımı sorguya çekmeden önce, içeri atsınlar. Beni içeri atıp, sormasınlar bir daha. Yokluğum tecelli olsun ve gittiğimin perde arkası aralansın. Bu dava burada biterken ben, mağlup düşeyim rakıya ve şarkılara. İşe yaramaz yanlarımı soluyup, bana kızmayın. Zehirli ayrılık tinerini çekin kafamdaki köşe başlarında. Söz bir buğu, aşk tıpkı filmlerdeki gibi geçici bir sis kalsın. Nerede olduğumu bulmak istiyorsanız otogarlara bakın. Çay ve simit satan kafeteryada, elinde sigarayla Kars yolcusuna bakanım ve bir dikiş atığıyla, bir sonraki turuyum, dünyanın.…
-
HASAN HÜSEYİN ÜLKER – BAŞI SONU BELİRSİZ CÜMLELER
Hileli bir adım bu, aldığım nefeslerin korkusuz karanlığına atılmış çok uluslu bir devinim. Kimim, neyim, neciyim? Kaybettiğim yolu doğru kılmış bir deli, olmayanı “mış” gibi yapan bir divane. Manzarası kalabalıklar olan; yalnızlığa sığınan, teklikten sıkılan, umursamaz bir gecede görmeye çalışan… Dur orada! Daha fazla girme düşüncelerinin girdabına, çözmen gereken bir bilmece değil ki bu, yaşaman gereken çıkamadığın kör bir kuyu. Gören yolunu kaybetmişsin der, doğru. Fakat bilmez bilerek kaybettiğimi. Bilmediğim yollar arındırıyor beni günahlarımdan, daha iyilerine meşale oluyorlar. “Arınmak dostum, daha kötülerini yapmak için bir aracıdır” dedi. Yeni günahlara yer açmanın heyecanı kapladı beni. Yeterince düşününce insan yapmasa da yetiyor ona. Neden bilmiyorum. Gerçekleşmeyeceğini bildiği için yetiniyordur belki de. Tatmin…
-
İRFAN ERDOĞAN – BABAMDAN ÖYKÜLER
“Hüseyin bizdendir onun arabasına binelim” Çocukluğumuzda bizim köylüleri, genelde Elbistan pazarına iki minibüs taşırdı. Birisi bize 10 km mesafede bulunan Kozluca köyünden Dursun amcanın dolmuşuydu. Ötekisi de bize yaklaşık 40 km uzaklıkta bulunan Kubat uşağı köyünden dolmuşçu Hüseyin amcanın dolmuşuydu… Bizim köy ve civardaki köylerin hemen hemen tamamı alevi köylerdi. Bunlardan sadece Kozluca ve Amok uşağı dediğimiz bu iki köy sünni kökenliydi. Bundan dolayı da köylüler genelde Elbistan pazarına gitmek için alevi kökenli Hüseyin amcanın dolmuşuyla gitmeyi tercih ederlerdi… Eğer o gün Hüseyin amca, köylülerin hepsini dolmuşa alacak yeri yoksa da köylülere” Elbistan zaten 45 km bu yolcuları eleteyim dönüyorum bekleyin ha” diyerek tembihler, pazara gitmek için yoluna devam ederdi. Yaklaşık bir saat…
-
HIZIR İRFAN ÖNDER – ÇEKİN ARTIK DÜNYANIN FİŞİNİ
İnsan, yeryüzüne acı çekmek için mi atılmış?.. Istırap çekmeye mi mahkûm edilmiş?.. Ruhumuzu kasvete, kalbimizi hasrete boğan nedir? Yaşama sevincimizi talan eden, ümidimizi duman eden şey nedir?.. Kim ya da kimler hayatımızı cehenneme çeviriyor?.. Anlayamıyorum. Anlamlandıramıyorum. Sabahları kâbuslarla uyanmak, güne kaygılarla başlamak kim ister ki? Kan ve gözyaşlarının sel olduğu bu dünyada yaşamak kolay mı? Duyarsızca yaşamak mümkün mü? Başta Afrika kıtası olmak üzere dünyanın birçok yerinde çocuklar açlıktan ölürken, insanlar yokluktan-yoksunluktan kırılırken varsıllar obezlikten mustarip olması ne ayıp… Sömürgenler, sömürülerine devam edebilmek için her türlü dümeni çevirmeyi, fitne-fesat çıkarmayı maharet bellemeleri ne korkunç. Yakıp yıkmayı, can yakmayı amaçları uğruna mubah görmeleri bir gaflettir. Gayrimeşru yollarla üçüncü dünya ülkelerinde…
-
ZEYNEP AKKAPTAN – CUMARTESİ SENDROMU
Yalnızlık eşyalarla paylaşılır mıydı, baktığım kahve fincanı da en az benim kadar yalnız olmaz mı? Mesela duvarda asılı duran tüfeği alıp kafama sıksam bir bütün eder miydik? Yalnızlık yarım mıydı da ben bir bütünleyici arıyordum. Aynı evdeydim, aynı odada, aynı sokakta fakat aynı yılda değildi bir taraflarım. Eskilerdeydi, oturduğum koltuğun ağacı kadar köklü bir geçmişteydi. Merak ediyordum, gündüz ve gece sevişirken ardında ne bırakırdı, içimde hangi hisse çanak tutardı da ben o meyvelerden şarap yapardım. Keskin bir zehrin tesirinde tüm cümlelerim. Kelimeler herkes içindi oysa bu cümleler sarhoşken sadece benim anlamıma geliyordu. Sözlük bir cins, benim adım henüz sınıflandırılamamıştı bile. Öyle asık maskeli bir palyaço gibi evde dolanıyordum. Hiçbir günün…