En zorudur oyunu açmak; söze ilk başlayan, ışığı yüzünde ilk hisseden olmak.
Bir müzik cümlesinin ilk motifini hayal etmek…
Mermere ilk kesiği,
tuvale ilk rengi ve kağıda ilk cümleyi atmak.
Çünkü güçlü başlangıçlar yapmadan beli doğrulmaz hiçbir eserin.
Çünkü ilhamını ilk hareketten alır gösteri. İlk cümlenin arkasına saklanır heybetli bir şiirin en dile dolanan dizesi.
Yolu açmak, yoldan gitmekten zor olduğu için
bir başlangıç ya rezil ya da vezir eder sahibini.
İki insan arasında olan da bundan farklı değil sanki.
İçten bir gülümseme, güçlü bir tokalaşma, gözden göze akan sözsüz ama kararlı bir merhaba…
İlk temas…
Her şeyin güzel gideceği ya da hiçbir çabanın, o adı konulamayan asimetriyi düzeltemeyeceği an sinerjisi…
Belki de bu yüzden bir şeyi sonlandıran en önemli şeyin sırrını başlangıcında aramak lazım. İyi ya da kötü, sevgi ya da nefret fark etmeksizin bütün sonlar başlangıçlarından ilham alıyor gibi.
Fakat yine de tecrübeleri, istatistikleri yanıltan hal ve oluşlar var.
Yumurtayı kırdığımız andan itibaren asla doğru ilerlemediğimiz bir tariften, anlaşılmaz bir lezzet şölenine dönüşen deneysel bir kek misali…
Siz de fark etmişsinizdir;
onlarca cümle yazılmasına rağmen başlayamamış bir yazı var burada.
Giriş cümlesini, sıradan bir anahtar ya da toka gibi nerede unuttuğunu bilemeyen bir heveskarın geliştirme ve sonlandırma telaşı var.
Eğer hala okuyorsan yazılanları, yalnızca “Şanslıyım.” derim.
Eğer benzer bir illetin yamacındaysan, direnmeyi bırakmanı salık veririm.
Keza,
bir tür zihin spazmıdır yaşadığın
ve
gidilmez ondan.
Suyun ortasında bacağını yaran bileyli ağrı gibi yalnız bir kriz anıdır.
Çırpındıkça kenetlenen bir tutunmadır bu, duygu krampıdır,
gidilmez…
Kendini hareketsizliğe teslim etmek gelirse aklına,
belki o gider senden.
Kuşatacak bir yer kalmadığında,
bittiğinde savaş,
vazgeçer.
İlk cümlesini, okyanusun içine düşürdüğü damla gibi yitirmiş bir yazının sonundan medet ummak saflık olur.
Böyle anlarda heveskar hep aynı üç noktaya tutunur.