Öykü
-
BENGÜL ALKAN / ÇEKMECELER
Yeni odamdayım. Masamın tam karşısında bembeyaz bir duvar var. Sağ arka tarafımda kalan pencerenin pervazında bir kuşun ötüşü eşlik ediyor bana. Dışarıya karşı kapadım tüm kapılarımı. En ufak bir sızıntıya karşı bertarafım şimdi. Biliyorum ve görüyorum çoğunlukla. İnsanlar böyle işte. Gör ama gördüğünü anlamasınlar. Bil ama bildiğini sezmesinler. Her şey iyi merak etme. Her şey değişiyor, dönüşüyor, başkalaşıyor. Ne yazsam ne söylesem faydasız. Gözlerimi eğleyecek bir şeyler arıyorum. Masanın sol tarafında kalan çekmeceleri karıştırıyorum tek tek. İlk çekmeceden kayısılar çıkıyor. Mis kokulu sulu sulu bir kayısıyı ellerim ister istemez dudaklarımla buluşturuyor. Bir ısırık sonrası kayıveriyor ellerim arasından, tok bir ses eşliğinde yuvarlanarak, kapının ardında son buluyor yolculuğu. Hızlıca ikinci çekmeceyi…
-
BENGÜL ALKAN – KOŞMA DÜŞERSİN
Gecenin en erken saatiydi. Evin içinde oyalanacak bir şey bulamayınca kendimi sokakların kollarına bırakmaktan başka çarem kalmamıştı. Şehrin ışıkları içimi aydınlatırken belki sana rastlamanın umuduyla ilk gelen tramvaydan içeriye atmıştım kendimi. İçerinin sakinliği, istediğim yere sahip olma özgürlüğü sunuyordu açıkça bana. Cam kenarı bir yere geçip oturmuştum. Az sonra tramvayın en sonunda, gözlerini üzerime dikmiş hiçbir yaşam belirtisi göstermeden ürkütücü sessizliğinle öylece durduğunu fark etmiştim. Sana karşın ben ise sadece taklit ediyor, varlığını onurlandırıyor, seni sonsuz kez yaşatıyordum boşluğumda… Zihnimin duvarlarının her an taze tutmayı başardığı o anı canlanmıştı birden gözümde. Güneşin yağmura dönüştüğü, eteklerimin rüzgârlara dost olduğu o gün, tramvayın son anda kapanacak olan aralığından süzülmüştüm. Sırılsıklam olmuş kedi…
-
MEHMET DÖNMEZ – TİMSAHA İYİ BAK
Uyandığımda yanı başımda geciktiğimi bildiren bir not buldum. Alelacele notu okudum: “Günaydın, timsaha iyi bak.” Doğruldum. Odanın diğer köşesinde sert sivri zırhının ihtişamıyla duran bir timsah vardı! Öylece durmuş -cilalanmış gibi- parlak kuyruğunu yanına doğru kıvırmış bana bakıyordu. Ayağında bağlı olan ipin bir ucu pencere korkuluğuna bağlanmıştı. Yılan gözlü, dinozor benizli bu koca kertenkelenin ağzından sünen salyalar, yerde birikmiş küçük gölete akıyordu. Belli ki açtı! Yanına doğru yaklaştım. Kuyruğunu bir sağa bir sola hareket ettirmeye başladı. Sert keratin kuyruk betona sürtündükçe yüksek ses çıkarıyor, zemini çiziyordu. Bir bataklık-çürüme- kokusu sarmıştı odayı. Havalandırmak için odamın tek penceresine elimi uzatıyordum ki aniden saldırıverdi. Çekildim. Zor kurtardım ayağımı! Dolaptan bir şeyler getirdim. Önüne…
-
BENGÜL ALKAN – UYKUMUN DÜŞÜŞÜ
Dışarının ışığına bir türlü engel olamıyorum. Tüm perdeleri sımsıkı kenetledim. Duvarları siyaha boyadım. İnsanlar yeni güne başlarken benim günüm son buluyor. Hayatımı uykuma göre düzenledim. Bir dalabilsem. Uykunun en sığ köşelerine bile razıyım. Sırt üstü, kollarımı iki yana açıp yorganı omuz hizama dek çektim. Tüm benliğimle hazırım uyumaya. Tavanda bir nokta belirledim. Gözlerimi kırpmadan akan yaşlarla kapatıyorum. Yavaş yavaş kokusu duyuluyor cansızlığın. Kör duvarlarımda bir kıpırtı oluşuyor. Siyah, kocaman bir gölge yanaşıyor bana doğru. Elinde, neredeyse hepsi erimiş bir mum tutuyor, buruşmuş titrek parmaklar. Korkmadan merakla bekliyorum tanıdık yüzünü. Simsiyah pelerininin başlığı ardında sadece sivrilmiş bir burun görüyorum. Hepsi bu. Gittikçe yaklaşıyor mumlu burun. Nefes alış verişimizin ritmi uyumla karışıyor…
-
İSMAİL KAYNAR – ÇÜRÜMÜŞ
Her şeye baştan başlamalı dedim, sakinleşmek için, en baştan. Hızlı hızlı nefes alıp verdim. En sonda derin bir nefes ve bırak. Kapı tekrar vuruldu. Gitmiyordu. Açmayacağım. Burada seni kimse bulamaz dedi babam. Baştan başladım ben. Adımı söyledi bu kez. Telaşlandım. Tanımıyordum ama tanıyor gibiydim. Emin değilim. O kadar uzun zamandır burada kapalıyım ki gerçek dünyanın nasıl bir yer olduğunu bile unutmak üzereyim. Merdivenlerden korkarak indim. Belki gider diye yavaş yavaş. Ama inatçıydı. Hala adımı söylüyordu. Kapının deliğinden baktım. Bulanıktı. Hiçbir şey belli değildi. Açsam. En fazla ne olabilirdi ki? Kim olduğunu sordum. Bir isim söyledi. Benim için anlamsız bir isimdi. Ama merak ettim. Beni tanıyorsa ben de onu tanıyordum mutlaka.…
-
MELEK DÜNDAR – DUT AĞACINDAKİ ZEYTİN
Zeytin Halise’nin anlattıklarını can kulağıyla dinlerken, bir yandan da sol ayağını oturduğu tahta sıraya vurarak heyecanını bastırmaya çalışıyordu. Arkadaşı art arda iki kez yutkundu. Birkaç gün öncesinden özensizce örüldüğü belli olan güneş sarısı saçlarının beliğini eliyle arkaya attırdı. -İnanmazsan okuldan çıkınca bize gel, kendi gözlerinle görürsün. – Eviniz okula yakın mı ki? – Tabii kızım… Hemen şuracıkta… Halise bunu söylerken havada hayali bir yer işaret etmişti. – Sahiden gelsene, ders çalışıp yemek yaparız. – Bilmem. Gözünde canlandırmaya çalıştı Zeytin. Ama yeterli olmadı. Her şeyi boş verip arkadaşıyla giderse, yapacaklarını hayal etti. Kocaman bir sofra kurup, etrafında bağdaş kuracaklardı. Çalakaşık bir pilavdan, bir kuru fasulyeden, biraz da tarhana çorbasından yiyeceklerdi. Öyle…