Blog, Söyleşi

FEYZA MENTEŞ İLE SÖYLEŞİ / HASAN HÜSEYİN ÜLKER

Okuyucularımız için kendinden bahseder misin? Feyza Menteş kimdir? Edebiyat yolculuğu nasıl başladı, nasıl devam ediyor?

“İkinci katta yaşıyor, çoğu zamanımı gece ve gündüzün arasında huzursuz olarak tamamlıyorum. Çünkü bana yazdıran bu, ilham almaya ve ilham vermeye açık olduğum için genel olarak tüm enerjimi o huzursuzluktan alabiliyorum. Sonra huzursuzlukla birlikte sanki içimde bir yerlere şarapnel parçaları yığılıyor. İşte enerjim yükseliyor. İşte patlama. Bütün işim enerjimi harfler tüketerek harcamakla geçiyor ve bu durumdan memnunum, mutsuz olmaktan memnunum. Geliri yok, sigortası yok, diye çevremdeki herkes zamanımı boşa tükettiğimi söylüyor, annem bir öğretmen olmamı istiyorsa, babam bir memur… Onları oyalıyorum birazcık, acelesi yok ki. Hayat akıyor işte. Eh-eh! Neyse ki oda ve otogar arasında gidip gelirken, (yerleşmek için, terk etmek ya da) işte tam o esnada kurtarıcım olan Part Time işlerden mesaj alıyorum. Abim buldu orayı da. En iyisi Part Time çalışmak biliyor musun? Her türlü deliğe girdim. Hepsi bok kokuyor. Uzun süreli her şey bok kokuyor bence. Kısa vadede bok koklamak iyi, hiç değilse süresini biliyorsun. Ama çok önemli değil bu mevzular işte. En iyi Part Time. Karmakarışık ilerliyor bu röportaj, farkındayım. Bende öyleyim. Yapacak bir şey yok. Her neyse, kısacası bu iş bana çok şey katıyor ama bunu ispatlayamıyorum. Tereddüt etmeye devam etsinler. Ben de tereddüt etmeye devam edebilirim ama düşünerek, düşünerek tereddüt etmeyi seçiyorum. Sokaklarda gezmeyi seviyorum, gezerken bir an görmeyi. O an hakkında düşünmeyi. Bunlar için dünyaya gelmişim sanki. Düşünerek tereddüt etmek için. Çünkü düşündükçe iyi sonuçlar alamıyorsun, bu da seni geliştiriyor ve sana bazı şeyleri gösteriyor. Ve bir gün düşünmekten öleceğim için, kendi sonumu çektiğimi anlatabilirler. Hiçbir şey öyle çok büyük sorun değil. Evet işte az önceki cümlenin kıvamını aldığımda edebiyat yolcuğu başladı. Edebiyat yolculuğu on sekiz yaşında iken bir ajanda da yazdığım ama ne yazdığımı bilmediğim Yetim Töreni (2020) ile başladı, o yandan bu yana hiçbir şeyi bütünleştiremedim. Her yazımın bir diğerinin parçası olduğunu düşünüyorum ama onlara bütünlük hali kazandıramıyorum. Çünkü her harfi bir ana yükledim. An kendi kendine ilerlerken harflerde kendi kendilerine ilerliyorlar. Bazen bir dünya oluveriyorlar. Bazen bir sokak ya da bir cadde. Ortada bir zaman var ve istediğiniz kadar icatlar çıkarabiliyorsunuz çünkü zamanı kuranda sizsiniz. Nice işler gelir, nice icatlar çıkar. Kim bilir ne zaman, ancak en iyi şekilde ve zamanını getirdiğim anların birinde, mutlaka. Edebiyat devamlılığımla devam eden, yakamdan düşmeyen ve ayrıca düşmesini istemediğim harika bir illet. Tek çekimlik. Mis. Çünkü öğreniyorum, kamçılanıyorum, gelişiyorum. Daha iyi anlıyorum ve anlatmaya çalışıyorum. Çalışıyorum çünkü… Bir yerden sonra anlatmak bir ihtiyaç meselesine dönüşüyor ve anlatamadığın bir dünyanın mümkün olmadığını görüyorsun. Geceleri daha iyi anlatabildiğimi fark ettim. Sadece kendime ve boş kâğıda. Hem Doktorlarla da uğraşmıyorsun geceleri. Yazmaya oturunca insan tedavi yöntemini buluyor. Benimde ilacım bu. Bir anlık hırsla, patlamayla gitmediğim ama kaçarken uğradığım sayfalarda derin bir oh çekebildiğimi söyleyebilirim. Yazmak işte böyle başladı, böyle devam ediyor. Böyle de bitecek bir gün.

Yeni çıkan kitabın Şakakta Revolver’ in yazım sürecini anlatır mısın? Nasıl bir çalışma izledin, kitap başlangıç ve bitiş sürecinde geçen zaman aralığında nasıl bir yol izledin?

“Hiç. Öyle başladı ve bitti. Bir roman oluşurken notlar alınır, ilerleyiş kaydedilir ki kafa doluyken olay örgülerinde karışıklık olmasın, bir kitap yapmaya niyetli her insan buna dikkat eder ve etmeli de ama benim için bu durum böyle ilerlemedi, anlatacaklarımı özenle çizmedim çünkü yazarken öyle olmayacağını kendi düşüncem içinde biliyordum. Roman seni götürür. Karakterlere eşlik edersin. Ben buna inanıyorum. Ancak Şakakta Revolver ne önceden belirlenmiştir ne de sonradan. Sanki içerideki her şey bir an gibi. Hissizliği başlattım ve sonuna geldim, bitti. Kısa süre içinde yazılan kitaptır ve 5-6 ay içinde tamamlanmıştır. Ben romanın başını ve sonunu gördüm. Başka hiçbir şeyini görmek istemedim. Çünkü aslında hissizlik kadar ağır bir konuya baştan başa dönerken ruhumun tükendiğini hissettim ve sonra hiçbir şey hissetmemeye başladım. Belki de baştan beri bende oluşan bir beladan kurtulmak için topu başkasına atmıştım. Belki de karakter bir şizofrendi belki de bende. İlerleyişi kaydetmedim ve akılda başlayan bir yolcuğun izini sürdüm kısacası ama doğru metot ya da yöntemin bu olduğu söylenemez. Hatta doğrusunun bu olduğu iddia bile edilemez. Baş karakterimin yaşadıklarını ben itiraf edemem. Bu yüzden tüm bu olup bitenleri ben değil, bir başkası, çok başkası anlatmalıydı. Bu kişi de Arif oldu.”

Ana karakterin hissetmeyen bir adam. Hissizliği ölümle eş gören bir karakter yaratmışsın, biraz karakterinden bahseder misin? Hissizliğe vurgu yapma fikri nasıl gelişti?

“Kitabın giriş kısmının ilk cümlesi, hissetmiyordu yataktaki ölü, diye başlıyor. Arif romanda bizi ölü olarak karşılıyor. Ölü olarak addedilen bir adama alt yazı çekmekte sıkıntılı bir tercihti elbette. Bu karakter kafasının içinde yaşayan sesleri susturmak ve çevresinde gördüğü insanların yaşam biçimlerinden kaçmak için en doğrusunu, yani hafıza kaybının yöntemini buluyor. Keşfettiği bir kurtuluştan içeri dalan bir adam sadece. Bir yangın düşün, yangın herhangi bir maddeyle çıkar, bir başka madde eklediğinde yükselir ama sonunda söner. İnsanların tabiatı da böyle. Yangınlara andırıyor. Öfkeleri, sevinçleri, duyguları. İşte Arif bu tabiata ait olmadığına çünkü insan olmadığına inanmış birisi. Çevresindeki insanların hissettiği şeylerden midesi bulanıyor ve buna gerek duymamaya karar veriyor.”

Romanında bahsi geçen Arif Pasif ve ailesi, her biri farklı coğrafyadan çok farklı karakterlere sahip insanlar. Bu tercihin belli bir sebebi var mı? Bize biraz karakterlerden bahseder misin? Karakter oluşum süreci ve analizi nasıl oldu?

“Bir yerlerde ve hiçbir kıtada anlamları olmayanları bir araya getirmeyi seçtim. Anlamları olmayan o insanları. Baş karakter, yani sabitlediğim, istediğim bir parçayı simgeliyorsa, diğerleri de hayatta görülmesini istediklerim aslında. Farkındaysan hepsi, büyük acılar çeken insanlar. Anne savruk bir yaşantıda nedensiz, kardeş merhamet ve kötülük arasında sıkışmış ve piç kurusu babalar perdeden bile gözükmez çünkü terk etmek kurana mahsus. Onlar dünyanın başka insanları ama bir arada olmanın hüznünü yaşamışlar. Bir araya çok uzaklardan gelmenin ve uzaklaşarak yok olmanın.”

Son olarak eklemek istediklerin nelerdir?

“İki pantolonum vardı, ikisini de kesip şort yaptım.”

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir