Blog, Öykü

İSMAİL KAYNAR – ÇÜRÜMÜŞ

Her şeye baştan başlamalı dedim, sakinleşmek için, en baştan. Hızlı hızlı nefes alıp verdim. En sonda derin bir nefes ve bırak. Kapı tekrar vuruldu. Gitmiyordu. Açmayacağım. Burada seni kimse bulamaz dedi babam. Baştan başladım ben. Adımı söyledi bu kez. Telaşlandım. Tanımıyordum ama tanıyor gibiydim. Emin değilim. O kadar uzun zamandır burada kapalıyım ki gerçek dünyanın nasıl bir yer olduğunu bile unutmak üzereyim.

Merdivenlerden korkarak indim. Belki gider diye yavaş yavaş. Ama inatçıydı. Hala adımı söylüyordu. Kapının deliğinden baktım. Bulanıktı. Hiçbir şey belli değildi. Açsam. En fazla ne olabilirdi ki? Kim olduğunu sordum. Bir isim söyledi. Benim için anlamsız bir isimdi. Ama merak ettim. Beni tanıyorsa ben de onu tanıyordum mutlaka. Hatırlamış gibi yaptım, tamam dostum, açıyorum. Anahtarı çevirdim.

Eşikten atlarken bana bakmadı. Göremedim yüzünü. Bir ayağı aksıyor gibiydi. Çok esrarlı bir havası vardı. Baştan başlama isteğimi içimden söyledim tekrar, bunu biliyorum, sakinleştirdi beni. Merdivenlerden çıkarken topallamıyordu, yanlış mı görmüştüm? Uyku sersemliği işte, açmayaydım kapıyı olmazdı böyle. Attığı her adımda kısa bir süre mola veriyordu, çok kısa, fark edilemeyecek kadar kısa. Belki haz alıyordu, belki yorgundu, belki de alışkanlık. Kısa molalarını verirken başını bazen yukarı kaldırıp indiriyor bazen sağa sola sallıyor, sonra tekrar devam ediyordu. Başı kendi kontrolünde değil gibiydi. Tuhaf bir şekilde çalkalanıyordu. Araçların arka camına konulan köpekler geldi aklıma. En son ne zaman arabaya binmiştim? O gece. O korkunç gece. Silkelendim. Dikkatimi ona yönelttim tekrar.

Peşindeydim, hem gözlemliyordum hem de hatırlamaya çalışıyordum. Yüzünü henüz görememiştim, görsem tanır mıyım emin değilim. Sesi yabancıydı şimdi, kıyafetleri hırpani, saçları neredeyse tamamen beyaz, elleri kırış kırış, ayakkabılarının altı delikti ve birinden biraz çorap parçası çıkmıştı, üstü başı toz içindeydi hatta toprak kokuyordu, pantolon ve gömleği kendine en az iki numara büyüktü ve halinden anladığım kadarıyla çok uzun zamandır sokaklarda yatıyordu.

“Çok güzel günlermiş ” dedi duvardaki siyah beyaz fotoğraflara bakarak.

“Seni hatırlamıyorum dostum, beni affet, doğru söylemedim sana.” dedim. Yavaşça odanın ortasına kadar geldim. Arkası bana dönük, görmeye çalıştığım yüzünü ısrarla kaçırıyor benden.

“Neden aldın öyleyse beni içeri?” dedi. Meraktan, diyemedim. Sesindeki tuhaflık çekti dikkatimi. Önce tamamen bir yabancıya ait olduğuna emin olduğum ama şu anda çok tanıdık gelen o ses. Bir kuyudan geliyor gibiydi. İçinde yankılanarak ağzından çıkıp dalgalar halinde odaya yayılıyordu.

Bana döndü yüzünü. Tanıdım onu, evet. Dehşete kapıldım.

“Sen?” diyebildim sadece şaşkınlıkla. “Bu imkânsız.”

Kırış kırış olmuş alnında irili ufaklı ter damlaları vardı. Bembeyaz saçları iki yana doğru hafifçe açılmış. Kuyuya benzettiğim ağzı gerçekten de bir kuyu gibiydi, kapkara.

“Ama nasıl olur?” Yanaklarında yaşlılığın donuk rengi. Kulak memesi sarkmış. Kırçıl kirli sakalları çenesinin titrekliğini bir nebze olsun kapatıyordu.

“Peki neden?” Ama o gözleri, o dehşet veren gözleri, en ürpertici olanlarıydı. Etrafında mor halkalar oluşmuş, beyazının yarısını kaplayan simsiyah gözbebekleriyle tastamam bir ölünün gözleriydi.

“Niçin başka bir isim söyledin?” Bu kez benim ağzımdan çıkan ses yankılandı. Garipsemedim nedense.

“Gerçek adımı söylesem alır mıydın içeriye?” Almazdım elbette. Hiç kimse almazdı. Sen yoksun, olmamalısın çünkü.

“Çok yaşlanmışsın?” Yankıya alışmaya başladım galiba, artık rahatsız etmiyordu beni. Şimdi de onun sesi yankılanmıyordu. Donuk buz mavisi soğukluğundaydı sesi.

“Ölüm yaşlandırıyor insanı, bilemezsin.” İçimdeki ürpertiyi bastırabilmek için biraz geri çekilmek istedim ama kıpırdayamadım, yere çakılmış gibiydim. Sanki betondan birer sütundu bacaklarım.

“Benden ne istiyorsun?” Sesim de titriyor, korkunun bedenimi çepeçevre sardığını ufak titremelerle hissetmeye başladım.

“Sadece sebebini öğrenmek istiyorum.” Bana doğru bir adım attı. Bir tane daha. Toprak kokusunu daha net duyumsadım. Çürümüş et ve kemikle harmanlanmış toprak kokusunu. Şimdi odanın ortasında, bana dokunacak kadar yakın dururken kaçamayacağımı anladım bundan. Bir hafakan olmalıydı. Bir karabasan. Ama bir o kadar da gerçekti. Ölüm beni öldürdüğüm adamın eliyle bulmuştu.

“Affet ne olur!” Terlemiyordum artık. Bembeyazdım. Sopsoğuk. Titriyordum. Ayaklarına kapanmak istedim. Ama belim de bükülmüyordu şimdi.

“Bağışlanma dilemek için artık çok geç.” Gömleğini kaldırdı alttan. Aman Allah’ım! Karnı yarılmış, etleri çürümüş, içinde kurtların kaynaştığını görebiliyordum. Ağlamaya başladım. Ellerimi yüzüme kapattım. Boğuluyor gibiydim.

“Kaçmasaydın ölmeyecektim.” Çürümüş et kokan nefesinin sıcaklığını hissettim yüzümde çünkü burnu bana değecek kadar yaklaşmıştı.

“Daha çok gençtim. Hapse girmek istemiyordum.”

“Beni gördün. Yüzümü gördün. Tanıyordun. Ama yine de kaçtın.”

“Bir evsizi kimse umursamaz diye düşündüm.”

“Evsiz değilim artık. Bir mezardayım.”

“Ne olur beni rahat bırak. Pişman olmadığım bir gün bile olmadı.”

Hıçkırıklarımla boğuluyordum. Yüzlerce kez beni affet dediğimi sanıyorum, beni affet. Kokusunun odadan çekildiğini hissettiğimde açtım gözlerimi. Bacaklarımdaki büyü bozulmuştu. Yavaşça olduğum yere çöktüm. Yere uzandım. Uzun uzun daha ağladım. Ne kadar uzun olabilirse o kadar. Sonra dalmışım.

Korkunç bir gümbürtüyle uyandım, fırladım yerimden. Biri kapıyı çalıyor. Hatta adımı söylüyor. Tanıdık bir ses değil. Aynı şeyleri bir daha mı yaşayacağım? Olamaz bu. Duvarlara tutunarak merdivenden indim. Sesi dinledim. Buz mavisi gibiydi. Toprak kokuyordu. Hırpaniydi. Her şeye baştan başlamalı diye mırıldandım yine. Tıpkı o geceden sonra babamın dediği gibi.

“Kazayı unut artık, biz hallettik, her şeye baştan başlamalısın.”

Kapı yine çalındı. Adım çağırıldı. Tekrar aynı şeyleri yaşamak istemiyordum.

Aniden açtım kapıyı. Kim olduğuna bakmadan bekleyen kişinin üstüne atladım. Boğazını sıkmaya başladım.

Etrafa saçılan buz mavisi kargo paketlerin arasında çok debelendi, vazgeçmedim ama.

Kurtulmalıydım bu hafakandan.

Nefessiz kalana kadar sıktım.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir