Uyandığımda yanı başımda geciktiğimi bildiren bir not buldum.
Alelacele notu okudum:
“Günaydın, timsaha iyi bak.”
Doğruldum. Odanın diğer köşesinde sert sivri zırhının ihtişamıyla duran bir timsah vardı! Öylece durmuş -cilalanmış gibi- parlak kuyruğunu yanına doğru kıvırmış bana bakıyordu. Ayağında bağlı olan ipin bir ucu pencere korkuluğuna bağlanmıştı. Yılan gözlü, dinozor benizli bu koca kertenkelenin ağzından sünen salyalar, yerde birikmiş küçük gölete akıyordu.
Belli ki açtı! Yanına doğru yaklaştım. Kuyruğunu bir sağa bir sola hareket ettirmeye başladı. Sert keratin kuyruk betona sürtündükçe yüksek ses çıkarıyor, zemini çiziyordu. Bir bataklık-çürüme- kokusu sarmıştı odayı. Havalandırmak için odamın tek penceresine elimi uzatıyordum ki aniden saldırıverdi. Çekildim. Zor kurtardım ayağımı! Dolaptan bir şeyler getirdim. Önüne attım. İştahla yedi. Yine getirdim, yine yedi. Yine getirdim, yine… Hem de iştahla! İştah ve açlık her seferinde daha da artıyor gibiydi.
Dışarıdan gürültüler geliyordu. Neydi? Odamın tek penceresi buğuluydu. Yaklaşabilsem silip bakabilirdim. İştahlımız müsaade etmiyor, su altında gibi alt göz kapağını kapatıp açıyor; açık, uzun testere dişleriyle sanki bana küstahça gülümseyip göz kırpıyordu.
Dışarı çıktım. Timsah öylece aç gözlerle bakakaldı arkamdan.
Dışarıda pazar kurulmuştu. Bu gün günlerden ne diye düşündüm: Çarşambaydı. Daha önce hiç pazar kurulmamıştı ki bu sokağa, ne önemi vardı çarşambanın!
Kapalı, puslu, sisli bir hava vardı. Griydi.
Pazar yeri kalabalıktı. İki yanda da satıcıların dizildiği bir sokak, öylece, boylu boyuna, kayboluyordu siste.
Pazarda dolaştım durdum. Epeyce seyrettim; satıcıları, sattıkları şeyleri, alış veriş yapanları.
Bir oyuncakçının önünde çok oyalanmış olmalıyım. Bana baktı oyuncakçı: “Buyurun gelin” dedi, “belli ki yalnızsınız”.
Yaklaştım. Çeşit çeşit oyuncaklar gösterdi. Bir tane pahalı oyuncak beğendim. Ceplerimi yokladım. Paramın olmadığını gören satıcı: “Hayır, hayır sorun değil, zaten bozuk bu, demin de söyledim size! (Ne zaman konuştuk biz!). Aslında bozuk da değil de, yani anlayacağınız kafası nasır eserse öyle, bazen çalışır, bazen çalışmaz. Ben bunu böyle satamam kimseye. Siz alın, hem bir de bakarsınız ki çalışıverir. Malum hayvansızsınız, bakın size sormayacağım bile, evde neleriniz var kim bilir, ihtiyacınız olur…” diyerek uzattı oyuncağı. Satıcıya sattığı eşyaların buraya gelmeden önce bir takım standartlar testinden geçip geçmediğini sordum. Satıcı başını kaldırıp, inik kalın kaşlı bakışlarını üzerime doğrultarak, “Şüphesiz, bizim sattığımız bütün oyuncaklar bir takım standartlara tabiidir. Doğrusunu söylemek gerekirse, bu oyuncağı daha bu sabah, ben bu malları dizerken tezgâhlara, buradan geçen birisi verdi.” dedi. Peki, nereden geldiği belli olmayan, hatta çalışıp çalışmadığı bile belli olmayan bu oyuncak neden bu kadar pahalı diye sordum. İştahla güldü: “Şöyle bir bakın etrafınıza. Var mı böyle güzel bir şey burada? Sonradan alınmış olması önemli mi sizce? Hem standartlar böyle oyuncaklar için değildir. Onlar ancak çalışıp çalışmadığını kontrol ederler. Oysa biz satılıp satılmadığını! Şimdi alın şu oyuncağı, bakın akşam oldu, herkes toplanmış, benim de mallarımı toparlamam lazım.” diyerek döndü. Hızla toparlanmaya, sağda solda yerleştirilmiş olan oyuncakları kutulara yerleştirmeye başladı.
Elime tutturulan bu pahalı oyuncakla öylece dolaşıp durdum. Giden satıcı arabalarının arasından bir fırsat bulup sıvışıp çıktım. Sıvışıp çıkmakta pek marifetli sayılmasam da…
Yürüdüm.
Yol uzundu. -Ne ara bu kadar uzaklaşmıştım?-
Epey yorulmuştum, -durup yorgun ayaklarıma bakıyordum- ki o da ne! Bir karga, üzerime doğru uçarak geldi! Yüzüme doğru çırpınıp duruyordu. Tek elimle oyuncağı tutuyor diğer elimle de kargaya karşılık verip, onu bertaraf etmeye çalışıyordum. Böylece çırpınışlar içindeyken, neyse ki iki el uzanıp kargayı yakaladı. “Af edersiniz bazen elimden kaçar böyle” diyerek kargayı kucağına bastırdı. Karga hâlâ çırpınıyordu sahibinin elinde. Gagasında kanlar vardı. Damlıyorlardı. Karga sahibi: “Benim kargam leş kargasıdır. Ama bildiğiniz o gürültücü leş kargalarından değildir. Sıklıkla onu ekin kargalarıyla karıştırırlar. Ben de bir sabah öyle sanarak uyanmıştım. Siz de bilirsiniz ki bunlar yuvalarını uçurum kenarına yaparlar. Malumunuz…”
Mahzunlaştı bunu söylerken, sonra birden:
“Bu arada bayım, elinizdeki oyuncak çok güzelmiş, sizin mi?” diye sordu. Gözleri ışıl ışıl parladı. Ona oyuncağın benim olduğunu söyleyince:
“Doğrusu hepimizin bir şeyleri vardır, bir yerlerde. Ama size bayım şaşmadım diyemem.”
“Bu oyuncak timsah için. Evet, anladığınız üzere benim bir timsahım var. Buna yeniden şaşıracağınıza eminim.”
Karga sahibi birden durgunlaştı. Sözcükler ağzından yavaşça döküldü:
“Demek bir timsahınız var. Timsahınız neden yanınızda değil öyleyse? Ama benimki de soru… Timsahı insan yanında taşıyabilir mi hiç! İşiniz çok zor. Evde timsah, dışarda diğerleri… Her hâlükârda gözünüz açık olmalı. Zor iş… Büyük sirklerde bile kullanan pek az eğitici vardır timsahı. Onlar da bin bir güçlükle, uzun uğraşlarla eğitebilirler ancak, bilgisizliğimi hoş karşılayın lütfen.” Başını öne eğen sahip, yüzünde bir buruşmayla söze devam etti: “İşiniz gerçekten zor olmalı. Ama bendeki bu karga var ya bu karga…” derken karga yine elinden fırladı. Yüzüme doğru atıldı! Sahibi onu kavrar kavramaz iyice sıktı: “Bu karga herkes tarafından bilinir. Leş yiyici ya, onun ününü duymamak elde değil. Kendi ününü kendi yarattı aslında. Ben sadece onun sahibiyim. Bu da kolay değil. Zaman zaman etimden kopardığı oluyor, neler çekiyorum neler… Ne kadar gözüm açık olsa da, üçkâğıtçı bir fırsatını bulur! Son zamanlar iyice halsiz olduğum oluyor, işte o zaman beni büsbütün ele geçirecek diye de korkuyorum doğrusu…”
“Belki de onu beslemelisiniz? Böylece sizi didiklemeyi bırakır” dememle hiddetlendi birden:
“Beslemediğimi kim söyledi! Neyse siz henüz feleğin çemberinden geçmemişsiniz. Vakit kaybı. Hadi… Timsahınızla ne haliniz varsa görün.” diyerek bağrına bastığı kargasıyla yoluna gitti. Arkasından “bayım” diye seslendim, döndü, birkaç adım yaklaştı: “bana hiçbir şey sormayın, yalnız size şunu söyleyeyim, hayvanınız yanınızda olmadan dışarda fazla vakit geçirmeyin yoksa size saldırırlar” sislerin arasında kaybolana dek arkasından bakıp düşündüm. Bomboş sokakta uzaklaşan bir karga sesi yankılandı.
Ürktüm.
Benim bir kargam yoktu. Bu sabah bana bırakılan bir timsahtı.Aç, doymak bilmeyen bir timsah… Neyse ki bir oyuncak bulmuştum –işe yararsa- ve timsaha iyi bakmalıydım. Bunu yapmalıydım. Hiç değilse kendim için yapmalıydım.
Evin yolunu tuttum. Karanlık çöküyordu sessiz, sisli sokağa. Hızlanan adımlarımı duymuyordum.
Gecikmemeliydim biliyordum.
Sağ şakağımdan sıcak bir damla akıyordu.