Hayat bizi öyle savurmuş ki yabancı olmuşuz, en çok da kendimize. Satırları yazarken, lafı ağzımızdan çalmış biri. Garip kalmışız, ötemiz yok. Kalanı da imkânsızdı zaten. Bana söyleyecek sözlerimin devamını soruyorlar, yarın ölmeyeceğimi nereden bileyim? Çektiğim acıların demindeyim bu akşam. Çetelesini tutmadım ya, içimden geçeni söyleyeceğim. O akşam onun peşinden bakmıştım. Ellerim ıslak, şemsiyem balçığa batmış, viraneydim. İçimde derin bir sızıyla ufuk çizgisine doğru bakıyordum. Kaşe kabanımın cebinden bir mendil çıkarıp yüzümü sildim. Yaşlar ve yağmur karışmıştı, o an gençliğim ve çocukluğum gibiydi. Annesiz bir çocuğun karşıdan karşıya geçerken ki korkusunu bilirsin, tek başına kalmışlık hissi. Canımın yarısı bir yana gitmiş, yarım kalmıştım. O an badi parmağıma bir serçenin konmasını çok istemiştim. Şu içimdeki yabancıyı bir an olsun oyalamak, uzaklaştırmak. O ufuk çizgisinde giderek küçülürken, benden de bir şeyler onunlaydı. Gençliğimin en güzel günleri ve binlerce saat. Ömrümden geri alamayacağım anlarım, zamanım. Bin bir emekle örülmüş şiirlerim, adım. Ben bunlarla cebelleşirken, tanrı benimle dalga geçer gibi bir martı yolladı. Güzelim kaşe kabanıma pisledi. Sormayın, gülme krizine girdim, asabım bozuldu. Bir mendil daha çıkarırken şiirim ilişti elime, “damla damla sıktılar canımı, yalnızlığım gururlansın. Hasret yoluna gider, ben yoluma giderim. Kalabalık üzülmesin, kalbimi bulduğum gün benimdir.” Kırık bir gülümseme yüzüme hâkim olmuştu. Kendimden uzaklaşırken, zincir yedim yüreğime. Aradığım onda değil, dokunmayı bir türlü beceremediğim yüreğimdeydi. Kendi çocukluğumun elinden tutup, karşıdan karşıya geçmeyi öğretmeliydim. Kendime uzaktan bakmak olsaydı derdim, adımı bir yabancı gibi başkasına emanet yaşamazdım. Derdim günüm kendime kavuşturmaktı kendimi. Elbet gidecekler, fakat o gidecekler arasında kendim yokum.
ZEYNEP AKKAPTAN – UFUKTAN BİR MARTI GELİYOR
14
Ara