Blog, Deneme

HEYBET AKDOĞAN – BİREY İNSAN

Beğenilmeyi arzu etmemiz yeni bir şey değil. İç güdülerimizin kontrolden çıkması yeni ve dikkat çekici.
Parçası olduğumuz toplumdan sıyrılarak (sivrilerek) bizi tarif eden modern kültürün sebep olduğu bir sonuç bu.
Bütün parçalar bir arada anlamlıyken, dağılan parçaların anlamsızlığıyla şekillenmiş yeni bir yapı bozumun biçimiyiz.
Yapbozun her parçası kendi başına bir anlam ifade etmiyor oysa. Onu anlamlı kılacak, varlığıyla bütünde eksik olan boşluğu doldurabilmek.

Hayat bir kompozisyon ve bizim için anlamlı en önemli amaç, o küçük; fakat hayati boşluğu doldurabilmek. İçini doldurmamız gereken boşluk derinleşirken, modern dünyanın çekim gücüne kapılmışız.
Bizler için kurgulanan moda ve trendler, gayretimizi başkalarına beğendirmek için yönlendiriyor. Sadece beni beğensinler ya da her zaman gözler benim üstümde olsun. Hep ben… ille de ben!

Bireyselleşme dedikleri olgunun parantezi bu. Bireyselleşme, tükenişimizin en büyük sebeplerinden biri.
Birçoğumuz bireyselleşerek ilk başta karlı çıkacağımızı düşündük. Önemli olacağımızı sandık. Çoğumuz böyle inanmaya hala devam ediyor.
Sonu gelmek bilmeyen histerilerimiz ve dibi henüz görünmeyen, kapıldığımız acıklı o kurgu.
Egolarımızın henüz tatmin olmayışından dolayı canavarlaşan niyetlerimizle dünyayı anlamak ve insanca yaşamak yerine kemirip duruyoruz.
Ümit vardır diyenler. Haklı olmakla birlikte, biraz fazla iyimserler. Çünkü içine düştüğümüz sarhoşluk hali, ıskalıyor tüm ümitleri. Seviyoruz! Sarhoşluğumuzu seviyoruz. Benliğimizi kuşatmış, gözlerimize perde olmuş körlüğümüzü seviyoruz.
Gün geçtikçe en doğru bireycilik nasıl yaşanır diye sorgularken kendimizi; tarihimizden, yaşadığımız bölgenin kültüründen, aile hayatımızdan soyutlanıyoruz. Artık birey olarak toplumu ciddiye almak yerine, toplumun “beni” ciddiye almasını daha makul görüyoruz.

Bilmem farkında mıyız? Böyle olmamızı bizlerden isteyen bir güç var: Piyasa gücü. Kendimizden istediği davranışları yerine getirmemizi isteyen, varlığımıza bir müşteri gibi bakan, tüm benliğimizle tüketiciliği kişisel bir davranış olarak sergilememizi arzulayan piyasa. Böylece şimdiye kadar edindiğimiz tüm sosyal değerlerimizi bir kenara bırakıp, piyasa mantığının bize dayattığı alışkanlıklarla kendimizle ve sosyal çevremizle ilişkiler kuruyoruz.

Toplumsal yaşantımızda artan değersizleşme ve gittikçe yiten mana hissiyatımızla birey olarak, taklitçiliğe daha fazla ihtiyaç duyuyoruz. Kopyalama kültürüyle geçen her gün, bizleri sürü ahlakına eş kılıyor. Baş döndürücü bir düzen hepimizi hızla çekip çeviriyor. Geçici kimliklerin boş parodileriyle hayatımızın her alanı şeyleşiyor.
Düşüncelerimiz, duygularımız ve amaçlarımız bireyselleştikçe dünyanın müşterek ufkuna ( belirsizliğine) doğru yürüyoruz.

Müphem bir zamandayız ve bu müphemliğin tesiri; hayatın anlamı üzerinde anlaşmak, hakikati bulmak değil, kavga etmek, küfrana tenezzül etmek ve aşağılamak oluyor. Varoluş krizini ‘birey insan’ olarak paylaşıyoruz. Yalnızlaşmamızın tetiklediği patolojiler, bireysel çaresizliğimize atıflar sunuyor. Oysa muhafaza edilen bir dünyanın canlılarıyız. Lakin özneleştikçe neye ve nereye ait olduğumuza dair olan aidiyet bağımız gevşiyor. Böylelikle hak olanla, seküler olan yer değiştiriyor.
Dünyayı ontolojik bir kaymaya uğratan bizler aynı zamanda hayatımızın her alanını ve anını rasyonaliteye teslim ediyoruz. Her yanımız ve anımız kontrol altındayken, yaşamın risklerine ve belirsizliklerine karşı daha çok savunmasız kalıyoruz. Bu nedenle kendi yanlışlarımızla yüzleşmemek için dünyayı bir oyun alanı ve zamanı bir oyun süresi olarak algılamak istiyoruz.

Bugünün dünyasında bireycilik artık insana ve varlığa ilişkin hakikatin karşısına konumlandırılan yeni bir seçenek, fakat bu seçeneğin vardığı nokta ise hiçlik, güvensizlik, umutsuzluk ve intihar. Hayatın ve zamanın bir oyun alanı olarak algılanmasında gelinen son: oyunun kaçınılmaz trajik hali.

Yazımın başlangıcında vurguladığım gibi, yeni ve dikkat çekici olan güdülerimizin kontrolden çıkışı. Yani bireyselleştikçe, erdemden uzaklaşmak. Bu yenilik her gün güncelleniyor. Bireysel yaşam tasavvuru bizlere empoze edildikçe hem kontrolden çıkıyoruz hem de kontrol altında tutuluyoruz. Bir ağacın savrulan, kırılan, gövdesinden kopan dalları gibi. Parçalandıkça, dağıldıkça bireyselleşiyoruz ve dağılmış bütünün yapbozuna evriliyoruz.

İnsan ve hayat bir kompozisyon iken, biz bu kompozisyonu bozmanın bireysel çabasındayız.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir