Blog, Deneme

ZEYNEP AKKAPTAN – ACININ RENGİNE DOĞRU

Yorgun ve dalgınım, yorgun ve dalgın bir kadının hırçınlığındayım. Buradan bakınca ötekiler hep küçülür. Ufuk çizgisi içime döndükçe büyür, koruma kalkanı gibi benimle ölür.

Ben bazen küçük bir kız olup kırmızı kurdeleler takarım. Bana deli diyen insanların iç dünyasını gördüm, hepsi karga leşleri gibi ölü hayallerle yetindi. Oysa hayaller beyaz kadar paktı. Depresyondan geberdiğim satırlarıma, kulpu kırık fincan muamelesi yaptılar, aldırmadım. İçimin kırıklarını bir çuvala doldurup, fırlattım. Devlet savunur gibi savunduğum gerçeklerin aslında yara bandı olduğunu öğrendim. Vuruldukça kırılan kalpten fazlasıydı, insanlar altını çizdiği cümlelerde aradılar, oysa kırılmak da güzeldi. Gökkuşağı gibi çeşitli duygularla aralanmak, dünyanın farklı notalarına basmak. Tıpkı bir cambaz gibi, yağ gibi kayıp gitmek hayattan. İnsanlar acılarına piç gibi davranırlar, hatta özür beklerler. Acılardan beklentileri olmasaydı hala bağlı kalabilirler miydi sanki, hayatlarının dansının adımlarını bekler dururlar. Dudağında yarım bir gülümsemeyle hayal kur, dedim. Düşlemeye korktuklarını bul ve inşa et. Acımadan öğrenilmez dostum!

Kaybetmeden nasıl kazanacağını öğrenemezsin. Bu ruhsuz duvarlar üstüne gelmedikçe adının arkasındaki seni bulamayacaksın. Sızlatan yine beklediklerinden fazlası değildir. Soğuk mevsimlere takılsa da yel muhakkak kalır. İster ıslak kal rüzgârda ister kuru, yel vazgeçmiyor ki. Zamanın yelkovanlarına takılmak lazım, baharı dalında yaşamak, yemişi sütüyle sevmek gerek. Beklemek, baharı her mevsim dalında sevmek demek. Gözyaşlarını yaşarken de saymak gerek. Bu yolda kırılacak neler var neler, kaç kalp, kaç renk. Kalbin kırılmasının bile bir rengi vardır, benim kırılmam kırmızıdır. Savaşmaktan sevişmeye vakit bulamadığım anlarımın çıkmazıdır o. Serzenişlerimin, içime tıktığım bi’ ton çığlığın adıdır. Benim sönük zaferim, hislerimden kurduğum bir bilmecedir. Çıkmaz sokakların manasını gözaltı torbalarımda aradığım, yorgunluğum. Bu rengin yoldaşı yalnızlığım. Annesiz bir çocuğun karşıdan karşıya geçerken ki hissini bilirsin, terli avuçların Tanrı için sıkılışını. Şimdi yalnızlık, külü ellerime düşer diye korktuğum sigaramdır. Yeni doğan her güneşin ardında bıraktığı ay gibi umut saklanır yalnızlığa. Onu görmek demek, dokunmak demek değildir. İnanmak bilmektir bazen. Sabahın beşi miydi yoksa altısında çeyrek mi geçmiştim hayattan? Sabahın her köründe kendime bunu soruyorum. Geçen eli bıçaklı bir zaman üzerimden. Bu da bilip de inanmak istemediğim türden. Artık kısa cümleler kuruyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir